Eğitim ve öğretim anlayışımız özellikle son yıllarda birçok yeni yaklaşım ve uygulama ile tanıştı. Hem niceliği hem de niteliği geliştirme adına çok önemli adımlar atıldı. Bilgisayar, projektör vb araç gereçlerle eğitimin teknolojik altyapısı geliştirildi. İlköğretimde ve kısmen ortaöğretimde müfredatlar yenilendi. Bu doğrultuda öğretmen eğitimleri gerçekleştirildi. Yeni açılan okullarla ve dersliklerle eğitim ve öğretim ortamları zenginleştirildi.
Bütün bu iyileştirmeleri eğitim ve öğretimi geliştirmek için atılan köklü adımlar olarak görmek gerekir.
Bu gelişmelerin dışında özellikle 2000’li yıllardan sonra eğitimle ilgili yeni ve iddialı söylemler de gündeme geldi. Üniversitelerdeki eğitim bilimleri bölümlerinin yurt dışındaki gelişmeleri yakından takip etmeleri ve Milli Eğitim Bakanlığı’nın da ulusal ve uluslar arası düzeyde akademik çevrelerle olan etkileşimlerinin artması sonucu bir çok yeni kavram ve yaklaşım konuşulmaya başlandı. Bütün bu hareketliliğin bir ürünü olarak da çok sayıda yeni yayın ortaya çıktı. Aynı doğrultuda okullarda sürdürülen hizmet içi eğitim çalışmaları da canlandı.
Bütün bu gelişmeleri eğitim ve öğretimimizi daha iyi noktalara taşıyabilecek teorik bir birikim olarak görmek gerekir. Ancak bu birikimler eğitim ve öğretim uygulamalarına yansıdığı takdirde daha da anlam kazanacaktır.
Dolayısıyla eğitim ve öğretim yaklaşımlarının hayata geçirilmesi üzerine odaklanmak gerekiyor. Böyle olursa eğitim ve öğretim için kabul görmüş olan söylemler çok kısa sürede pratiğe dönüşür. Aksi takdirde eğitim ve öğretimde doğrular sıkça ifade edilse de özdeki yanlışlar devam eder durur. Nitekim öğrencilerin performansının, anlık değil sürece dayalı olarak sergilediği başarılara göre değerlendirilmesi gerektiği ilkesine rağmen bütün yetkililerin gözünün önünde olup biten OKS ve ÖSS uygulamalarında tek sınava dayalı sonuçlarla öğrencilerimizin performansı belirlenmedi mi! Bu bir yanlışsa sorumlunun kim olduğunu bulma arayışına girmek bir tarafa çözüm üretmede bu güne kadar beklemiş olan her düzeydeki bütün yetkililerin ve otoritelerin bir anlamda söylem düzeyinde kalmış olduklarını kabul ve itiraf etmek gerekir.
Bu nedenle ideal bir eğitim ve öğretime kavuşmak için eğitimle ilgili karar mercilerinin ve eğitimcilerin yaygın bir şekilde kabul görmüş olan ilke ve değerleri tekrar etmekle yetinmemeleri, bunların pratiğe dönüştürülmesi üzerinde yoğunlaşmaları önem taşımaktadır.
Bu düşünceyle üst düzeyde bir yetkili olarak kendimize, diğer karar mercilerine ve bilhassa eğitimcilere ve öğretmenlere demek istiyoruz ki; eğitim ve öğretimimizi iyileştirmek ve yeni ilkeler ışığında geliştirmek için daha temele inmemiz gerekmektedir. İlgili ilgisiz birçok metinde ve yerde tekrarlayıp durduğumuz ilke ve yaklaşımları hayata geçirmek için uğraşmalıyız.
Talim ve Terbiye Kurulu olarak çeşitli düzeylerde ve akademik çevrelerde dile getirilen eğitim ve öğretim ilklerinin hayata geçirilmelerini sağlamak üzere eğitim ve öğretimimizin bir anlamda somut dayanağı olan yönetmeliklerde çok önemli değişiklikler yaptık.
Geçtiğimiz yıl ortaöğretimde uygulamaya konulan 100’lük not sistemine bu Yönetmelik değişikliği ile önümüzdeki eğitim öğretim yılından itibaren ilköğretim okullarında da geçilecektir. Ortaöğretimde uygulanmaya başlar başlamaz yararları kısa sürede fark edilen 100’lük not sistemi ile ilköğretimde de notların daha adil, daha nesnel ve daha gerçekçi bir şekilde verilebilmesinin altyapısı kurulmuş olacaktır. Yönetmelik hükmüne göre ilköğretim okullarında da ‘sınav ve öğrencinin performansına yönelik çalışmalar 100 tam puan üzerinden değerlendirilecektir. Değerlendirme sonuçları, öğretmen not çizelgelerine puan olarak yazılacak ve beşlik sisteme göre nota çevrilerek karneye işlenecektir.’ 100’lük sistemde alınan her puan anlamlı olacağı için öğrencilerin 5’lik sistemdeki gibi aldıkları puanla yetinmeleri bir tarafa sürekli daha yüksek puan almaya çalışacakları açıktır. Çünkü 100’lük sistemin gereği olarak alınan her not anlamlı hale gelecektir. 100’lük sistemle birlikte ölçme ve değerlendirme süreci çok hassaslaşmış iken öğretmenlerimizin, yapacakları sözlü sınavları da özenle uygulamaları ve olabildiğince nesnelleştirmeleri önem taşımaktadır.
Ölçme ve değerlendirme çalışmalarının niteliğini geliştirmek için 100’lük sisteme geçişin dışında başka düzenlemeler de yaptık. Bu çerçevede;
Bir sınıfta/şubede bir günde yapılacak sınav sayısı ikiyi geçmeyecektir. Bu durum, bir gün içinde yapılacak sınav sayısının ikiyi geçmesiyle meydana gelecek zihinsel yorgunluğun öğrenci başarısının tam olarak ortaya çıkmasını engellemesinin önüne geçecektir.
Sınavların süresi bir ders saatini aşmayacaktır.
Derslerin özelliğine göre; klasik sınav türünde soru sayısı üçten az olmayacaktır. Dersin niteliğine ve ölçülmek istenen kazanımlara bağlı olarak, sınav açık uçlu sorular kullanılarak yapılıyorsa en az üç olmak üzere, mümkün olduğunca fazla sayıda soru sorulacaktır.
Çoktan seçmeli, eşleştirmeli, kısa cevaplı, açık uçlu, doğru/yanlış seçenekli, tamamlamalı ve benzeri sınav türlerinde soru sayısı fazla tutulacak ve sorular kısa cevaplı olacaktır. Dersin niteliği ve ölçülmek istenen kazanımlara bağlı olarak, mümkün olduğunca farklı madde (soru) türleri kullanılması, daha farklı ve geniş çaplı bilgi, beceri ve yeterliliklerin ölçülmesine imkân sağlayacaktır. Soru sayısının fazla olmasıyla da daha fazla kazanımın, bilgi ve becerinin ölçülebilmesi sağlanmış olacaktır. Ayrıca 100’lük not sistemi açısından bakıldığında soru sayısının fazla olmasını öğretmenin yapacağı değerlendirmede kendisine kolaylık da sağlayacaktır.
Soruların konulara göre dağılımı yapılırken ağırlık bir önceki sınavdan sonra işlenen konulardan olmak kaydıyla geriye doğru azalan bir oranda ve dönem başından beri işlenen konulardan seçilecektir. Böylelikle öğrencilerin sınav dönemleri itibariyle değil, dönem başından o ana kadar işledikleri tüm konulara hazır olmaları sağlanacaktır.
Görsel sanatlar, müzik, beden eğitimi, teknoloji ve tasarım dersleri dışındaki derslerden, öğretmenlerin iş birliği ve ortak değerlendirme yapabilmelerine imkân vermek üzere her dönemde en az bir ortak sınav düzenlenmesi hükmü getirilmiştir. Böylelikle bir okuldaki aynı dersin tüm öğretmenlerinin etkileşim halinde olmaları ve daha nesnel, daha objektif bir değerlendirme yapmalarına imkân sağlanmış olacaktır.
Öğrencinin dönemsel ve yıllık başarı durumu hakkında velileri bilgilendirmek ve öğrenci gelişimlerini takip etmek amacıyla dönem sonlarında verilen karnenin yanı sıra ilköğretim 1, 2 ve 3 üncü sınıf öğrencilerine, Kasım ve Nisan aylarının ikinci haftasının son iş gününde “Öğrenci Gelişim Raporu” verilecektir. Karne aracılığıyla dönem sonlarında öğrencinin başarı durumu hakkında bilgilenen veliye, “Öğrenci Gelişim Raporu” ile de erken dönemlerde öğrencinin gelişimi hakkında bilgi sahibi olmaları, durumu izlemeleri ve bu açıdan hem okula hem de öğretmene katkı sağlamaları imkânı tanınmış olacaktır.
Yukarıda sıraladığımız değişikliklerin okul idarecileri ve öğretmenler tarafından özümsenmesi ve özenle uygulanmasını bekliyoruz. Bu anlamda yapılan düzenlemelerin ve temelinde yatan anlayışın okul idareleri ve öğretmenler tarafından öğrencilerimize de aktarılması ayrıca önem taşımaktadır.
Yaptığımız değişiklikleri macro düzeyde dile getirilen ve sıkça temenni düzeyinde kalan söylemlerin hayata geçirilmesi için atılan adımlar olarak görmek gerekir. Bundan böyle eğitim ve öğretimimizi geliştirme çabalarında bu türen bir yaklaşımın temel alınması gerektiğini düşünüyoruz. Böyle olursa eğitimde doğru, uygulanabilir, akılcı ve pratik yüzlerce küçük dev adımlar atılabilir. Eğitimde arzu edilen dönüşümleri gerçekleştirmek ancak uygulama düzeyindeki somut adımlarla mümkün olabilir.
Prof.Dr.İrfan ERDOĞAN
Talim ve Terbiye Kurulu Başkanı