Üyelik Girişi
fenciyim
Site Haritası
  EKOSİSTEM  

TANIMLAR: Ekoloji, bugün çok sayıda bilim dalının çekirdeğini oluşturmaktadır. Çevre şartları içinde tek bir canlının incelenmesine “otekoloji”, farklı canlı türlerinin oluşturduğu toplulukların incelenmesine “sinekoloji ” denmektedir.

 

         1935 yılından itibaren, bir bölgede bulunan bütün canlılar ve bunların cansız çevrelerini ifade etmek için “Ekosistem” kelimesi kullanılmaya başlanmıştır. Çevre ve sistem kelimelerinin birleştirilmesiyle oluşturulan ekosistem kelimesinin açık bir ifadesi olarak yer küreden bahsetmek gerekir. Gerçekte yer küre en büyük bir ekosistemi oluşturmaktadır. Ekosistem içinde daha küçük boyutlu ekosistemlerde bulunmaktadır. Orman, dağ, ova, çayır, hububat, doğal hayvanların her biri ayrı ayrı ekosistemi oluşturmaktadır.

 

Ekosistemi oluşturan öğeler, başlıca dört gurupta toplanır.

          1-Cansız  varlıklar. (inorganik ve organik maddeler)        

2-Primer üreticiler. (yeşil bitkiler)     3-Tüketiciler (bitkisel ve hayvansal maddeleri yiyenler)         4-Ayrıştıcılar (bakteri ve mantarlar) 

         Ekosistem içindeki doğal dengeye “ekosistem dengesi” denir. Doğal denge bozulduğunda, ekosistem dengesi bozulur ve ekolojik sorunlar ortaya çıkar. Mevcut ekosistemin bozulup ortadan kalkması ve daha sonra bozulan bu ekosistemin yerine yeni bir ekosistemin olması olayına sükseyon (yerine alma) denir. Yer küre içinde en fazla ekosistem dengesini bozan en etkili canlı, şüpesiz ki insandır. İnsan nüfusu ve faaliyetleri arttıkça ekosistem dengesi bozulmaktadır. İnsanlar dışında bitkiler veya hayvanlarda ekosistem dengesini bozabilirler.  Tarım bölgesinde kuş türlerinin aşırı çoğalması, hububat üretimini olumsuz etkiler. Yine kuş türlerinin aşırı oranda azalması da, kuşlarla beslenen zararlı böceklerin çoğalmasına yol açar. Ancak, tüm bu gelişmelerde insanın katkısı çok büyüktür. Gerçekte insanın olmadığı doğal bir ortamda, ekosistem dengesi pek fazla bozulmaz.

   

         Hücrenin, organizmaların temel  öğesi olmak gibi, ekosistemlerde doğal ortamın birimlerini oluşturur. Her ekosistem, biyosenoz adı verilen bir canlılar topluluğundan oluşur; bunlar, çevrenin ve bu çevrede hüküm süren koşulların nispi homojenliğiyle belirgin,  biyotop  adı  verilen  bir alanda  yaşar. Bir biyosenoz içinde üç büyük kategori

söz konusudur. Önce besin zincirinin temelini oluşturan birincil üreticiler (klorofilli yeşil bitkiler); sonra birinci basamaktan (otçul hayvanlar), ve ikinci basamaktan tüketiciler (etçil hayvanlar),ve nihayet minareleştiriciler (bakteriler, mantarlar) Ekosistemin çalışması bir madde ve besin zincirleri (beslenme zincirleri de denir.) arasından, sürekli enerji akışıyla kendini belli eder. 

         Ekosistemler bir çok düzeye göre ele alınabilir. Biyomlar büyük biyocografi bölgelere (tropikal orman, tudra, savan vb) tekabül eder. Bir alt düzeyde, ekosistemler manzaranın bir takım parsellerinin (bir buğday tarlası, bir ormanlık kesim vb) temsil eder. Daha da alt bir düzeyde, mikroekosistemler (bir kıyı kayalığı, bir kara yosun topluluğu vb.) gelir.

 

         Ekolojinin temel ve aynı zamanda tanımlanması en zor kavramlarından  biri, bir türün ekolojik ortamı kavramıdır; bu, söz konusu olan türün fizyolojik ihtiyaçlarına, yaşam biçimine ve uyum sağlama niteliklerin bağlı çeşitli parametrelerle belirlenir.  Böylece ekolojik ortam, basit bir barınak kavramının ötesinde, türün ekosistemdeki rolünü yerini belirler.

 EKOSİSTEMLERİN BOYUTLARI 

         Gezegen ölçeğinde, yerkürenin bütün canlı varlıkları içeren dış katmanı olan biyosfer, en yüksek tümleşme düzeyini temsil eder. Bir ilk bölgesel ayırım biyomları betimlenmeye imkan verir. Bunlar, gerçek karasal makro ekosistemler diyebileceğimiz biyocografi ve iklimsel bölgelere denk düşer. (Tudra, tayga, ılıman iklim ormanı, sıcak çöller, savan tropikal orman vb)  

 

         Daha küçük bölümlere ayırma, daha ölçülü boydaki ekosistemleri belirler. Bir takım basit fizyonomik ölçütler, her biri bir ekosistem oluşturuyormuşçasına, herhangi bir arazinin, bir bataklığın, bir ormanın veya bir çayırın sezgisel olarak belirlenmesini sağlar.

Daha da kısıtlı bütünler olan mikro ekosistemler aynı şekilde tanımlanabilir. Bir yosun tutamı, hatta su dolu ve ağzı iyice kapalı bir cam tüp içinde yer alan bir tatlı su salyangozu ile    bir elodea dalından  oluşan yapay bir sistem, birer mikroekosistemdir.  Söz konusu bu yapılar daha büyük sistemler içinde bir araya gelip bütünleşerek ve  böylece tüm ekosistemleri niteleyen bağlı ekosistemleri niteleyen özerklik ilkesine uyarak, kendi kendine yetebilir.

 

 Çoğu zaman yanlış olarak, bütünleme parçaları ekosistem olarak belirtilir; Mesela toprak ekosistemlerden söz edilir; Oysa toprak, oldukça karmaşık olan yapısına

   

rağmen aslında diğer sistemlerden gelecek organik maddelere tamamen bağımlıdır. Bu terim, zaman zaman kentler konusunda (kentsel ekosistem) bile kullanılmıştır. Oysa burada, tümüyle diğer ekosistemlerden ve özelliklede kent sakinlerine beslenme yoluyla enerji sağlanması için, tarım ekosistemlerinden gelen dış katkılara bağımlı bir bütün söz konusudur.“Tarım ekosistemleri” (ekili alanlar,meralar) ormanların çoğu insan tarafından yönetilen basitleştirilmiş veya diğer anlamda yapaylaştırılmış ekosistemlerdir. İnsanın denetimi altındaki bu sistemlerin işleyişinde, tamamen doğal olan ekosistemin işleyişleriyle aynıdır; ama insanoğlunun üretimi artırma gayretleri, çeşitli biçimlerde, söz konusu ekosisteme bir çok enerji katkısıyla yapılır;(gübreler, tarım koruma ilaçları (pestisit) makineleri çalıştıran yakıt vb)

 

         Bilim adamları tarafından, astronotların içinde yaşamlarını sürdürecek oldukları, dış ortamdan özerk olarak çalışan uzay kapsülleri tamamen yapay ekosistemler bile tasarlanmıştır. ABD’deki Arizona çölünde kurulan Biyosfer I ve Biyosfer II adlı büyük kapalı seralar da aynı anlayışın ürünleridir. Ama araştırma, seralarda her şeye rağmen, çözümü zor kararlılık, ayarlama ve denge problemleri ortaya çıkmış, işler umulduğu gibi gitmemiştir.

 EKOSİSTEMLERİN ÖRGÜTLENMESİ 

BİR EKOSİSTEM İÇİNDE ÜSTLENMİŞ OLDUKLARI

ROLLERE GÖRE BİYOSENUZUN ÇEŞİTLİ CANLI

TÜRLERİ ÜÇ BÜYÜK KATEGORİYE AYRILIR.

 

         Ekosistemde her türlü enerji aktarımının temelinde birincil üreticiler yer alır. Söz konusu bu canlılar, fotosentez yoluyla kendi öz organik maddelerini hazırlamak üzere güneş enerjisini kullana bilen tek tür olan klorofilli yeşil bitkilerdir.

 

         Tüketiciler klorofilli bitkilerin fotosentez etkinliği sonucu oluşan maddeye bağımlı olan hayvanlardır, Bu canlılar enerjilerini ve yapıtaşlarını bu maddelerden alırlar.

 

         -Birinci basamaktan tüketiciler (otçul hayvanlar, ot yiyerek beslenen böcekler) yalnız bitki örtüsüyle beslenir.

 

         -İkinci basmaktan tüketiciler öncekilerin sırtından yaşamlarını sürdürür. Yani otçulları yiyerek beslenir.(Üçüncü basamaktan tüketiciler tanımlanmasına kadar da  gidilebilir; etçillerle beslenen etçiler.)

    

         -“Ayrıştırıcılar” grubu, beslenmek için ölü organik maddeyi parçalayan organizmalardan oluşur; Bu durumda bunlarda tüketiciler sınıfına girer,

 

         -Son olarak Minareleştiriciler (bakteriler, mantarlar) bir biyosenoz içinde yer alan üçüncü büyük organizma kategorisidir. Bunlar, organik maddeleri ayrıştırır ve bunların anorganik anorganik elementlerini, daha sonra yeniden, fotosentez yapan bitkilerin soğurması için açığa çıkarır.

 

         Özellikle birinci veya ikinci basamaktan tüketiciler için, belirli bir kategoriye ait olmanın belirlenmesi her zaman kolay değildir; bazı türler (hepçiller) her iki gruba da girer; Mesela insan; diğerleri için rejim,mevsimlere (mesela tilki) veya gelişme evrelerine göre (mesela kelebek) değişir. Ekosistemin çalışması, besin zincirlerindeki enerji akışıyla sağlanır. Öte yandan kimyasal elementlerin (karbon, oksijen, azot, potasyum....) çevrimlerinin varlığıyla da nitelenir. Her tür çevrim, elementin bir rezervuardaki (toprak, toprağın çözeltisi atmosfer) varlığından yola çıkılarak betimlenebilir. Birincil üreticiler böylece, organik madde içine  dahil olarak, elementleri çevrime sokarak işte bu rezervuar içinde yer alır; sonra elementler besin zincirleri içinde dolaşıma girer ve minareleştiricilerin etkisiyle yeniden rezervuara döner.

 TÜRLERİN EKOSİSTEMLERDEKİ ROLÜ HER TÜRÜN EKOSİSTEMDEKİ YAŞAM KOŞULLARI ONA ÖZGÜ EKOLOJİK ORTAMINI BELİRLER.İKİ TÜRLÜ KOMŞU EKOLOJİK ORTAMLARI PAYLAŞTIĞINDA REKABETE GİRİŞEBİLİR. 

         Her canlı türü belirli ekolojik bir ortamda nitelenir. Bu terim söz konusu olan tür tarafından yerine getirilen “işlev” i gösterir ve bu durumda, sadece bir barınağını  simgelemez. Bir canlı türünün ekolojik ortamı, özellikle içinde yaşadığı ekosistemin besin ağında, bu ağın aşama düzeni içinde aldığı yerle kendini gösterir.(bu durumda ekolojik ortam, bir bireyin toplumdaki işlevine ve  bu işlevi nedeniyle toplumda edindiği yere benzetilebilir.) En çağdaş yaklaşımla, bir türün ekolojik ortamı  kavramı bu türün yaşadığı ve üreyerek kendini yenilediği koşullar bütünü olarak tanımlanır.

 

         Ekolojik ortamın genişlik derecesi, çok çeşitli koşullara uyum sağlayabilen genel türleri ve ancak az sayıda ve kısıtlı koşullara uyum sağlayabilen özel türleri ayırt etmeye imkan verir. İnsan, en üstün dereceden genel bir türdür; gezegenimizin hemen her köşesinde yaşamını sürdürebilmektedir. Oysa bazı evcil hayvanlar tam anlamıyla özeldir. Çoğu zaman bir çok tür, aynı ortamın veya çok yakın iki ortamın paylaşımı için rekabete girişebilir. Her tür ortamın “Boyut”una bağlı bir üreme stratejisine sahiptir; burada söz konusu ortam, ayrıca göz önüne alınan türün nüfus düzeyini de şartlandırır.

   

         Aynı ekosistem de yaşayan türler arasında, bir çok ilişki tipi görülür. Bu ilişkileri belirleyen başlıca faktör, söz konusu ekosistemin beslenme zincirinde, aynı düzeye ait olma veya olmama durumudur. Beslenme düzeyleri farklı olduğundan ilişkiler çoğu zaman ar-avcı tipinde şekillenir, yani bir düzeyin bireyleri, beslenmek için bir alt düzeye ihtiyaç duyar.buna karşılık aynı beslenme düzeyi içinde aynı besin kaynağının kullanımı konusunda çoğu zaman rekabet vardır. Bu rekabet, aynı türün bireyleri arasında (türler için rekabet) her zaman ortaya çıkar, ama zaman zaman yakın ekolojik ortamlarda yaşayan farklı türler arasında da  görülebilir. (türler arası rekabet) Bunun dışında, türler arasındaki diğer ilişkilerde, özel bağımlılık biçimleri görülür; (asalaklık, ortakyaşama, ortakçılık.)

 

EKOSİSTEMLER NEDEN DEĞİŞİYOR VE BOZULUYOR.

 

         Ekosistemin oluşturan canlı ve cansız varlıklar arasında karşılıklı ilişki vardır. Dolayısıyla ekosistemdeki her öğe canlıların yaşamları, çoğalmaları, göçleri ya da ölümleri üzerinde etkili olur. Yaşam için gerekli olana temel öğeler toprak, hava, su ve ışıktır. Temel öğeler bir yandan ekosistemde yaşamın sürekliliğini sağlarken diğer yandan ekosistemlere büyük zararlar veren afetlere de yol açabilirler. Örneğin; depremler, yanardağ patlamaları, seller, kuraklık,  kasırgalar, ve fırtınalar temel öğelerden kaynaklanan belli başlı doğal afetlerdir.

 EKOSİSTEMİN DOĞAL ÖZELLİKLERİ  

         Ekosistemler, kara ekosistemleri ve su ekosistemi olarak iki grupta incelenir. Ormanlar, çayırlar ve çöllerin her biri bir ekosisteme örnektir. Bu ekosistemde en önemli etkendir. (Toprak, hava,nem,ışık ve sudur.) su ekosistemi okyanus, deniz, göl,nehir, ırmak ve sulak alanları kapsar. Su ekosisteminde en önemli etkenler sıcaklık, oksijen, mineraller ve ışıktır.

 

         Kara ve su ortamlardaki ışık, sıcaklık, nem,tuzluluk vb. koşullar mevsimlere göre değişebilir. Güneş ışığının geliş açısının mevsimlere göre değişmesi ortamın azalması kara ve sularla buharlaşmayı artırır. Karalardaki nem oranı düşürebilir. Su ortamında buharlaşan ise tuzluluk oranının yükselmesine neden olabilir.

 

         Mevsimlere bağlı değişiklikler ekosistemlerde yen alan canlıların yaşamsal düzenini de ekiler. Örneğin; kasım patı ve patates gibi bitkiler  ilkbahar ve yaz mevsimlerinde ve sonbahar aylarında açar. 

     KARA EKOSİSTEMİ 

         Kara ekosistemlerinin bitki örtüsü, büyük iklim kuşaklarına göre, yerkürenin biyom olarak adlandırılan bitki oluşumlarıysa enlemlere göre dağılır. Mesela Kuzey yarıkürede buzul bölgesini tundra izleri; güneye gidildikçe tayga ve daha sonrada tropikal ormanlar gelir. Bu kuşakların dışında, farklı yüksekliklerde farklı kuşakları barındırır. Yükseldikçe, sınırları bölgelere göre değişiklik gösteren bitki örtüsü katları birbirini izler.

 İnsanlar yeryüzünün doğal bitki örtüsünü büyük ölçüde etkiler. İnsan etkinlikleri tarımsal alanların oluşmasına katkıda bulunur. Tarım ve hayvancılık yapılan bölgeler, tarım ekosistemleri olarak adlandırılan basitleştirilmiş ve biyolojik çeşitliliği azaltılmış ekosistemlere dönüşmüştür. Bu ekosistemlerin çalışması bütünüyle dışardan enerji veya malzeme katkısına (toprağın işlenmesi gübre ve pestisitler gibi) bağlıdır.

 

         Kara ekosistemlerinin çalışması büyük ölçüde iklim tarafından yönlendirilir; Zaten iklim bitki örtüsünün yaşam süresini de belirler.Ekvatordan kutuplara doğru gidildikçe birincil ve ikinci üretkenlik düzeylerinde ciddi bir düşüş gözlenir. Tundralarda hüküm süren sert iklim koşulları, toprağın çok uzun süre (9-10 ayı) su dolaşımını engelleyecek biçimde donmasıyla kendini gösterir. Buradaki bitkisel oluşumlar (bodur bitkiler, ağaç yokluğu) donar ve rüzgara uyum sağlamıştır ve bölgenin faunası fakirdir.

 

         Buna karşılık, tropikal kuşaktaki ormanlar yıl boyunca fazla değişmeyen, çok uygun iklim koşullarından yararlanır. Biyolojik etkinliğin aralıksız sürmesi sayesinde bu kuşakta birinci üretkenlik en üst düzeydedir ve minarelerin yeniden çevrime girme hızı çok yüksektir. Bitki oluşumlarının ve hayvanların inanılmaz çeşitliliği, bu ortamlarda karmaşık zincirlerinin gelişmesini  sağlar. Öte yandan göl ve gölet kıyıları, turbalıklar gibi kıtalar içlerindeki nemli bölgeler, insanın baskısı sonucu, önemini kaybetmiştir. Oysa gerçekte bu yöreler,biyolojik çeşitliliği yüksek, çok sayıda türün varlığını sürdürmesi açısından birincil öneme sahip bölgelerdir.   

 DEĞİŞİK BİTKİ ÖRTÜLERİNİN BİYOSFERLERDEKİ DAĞILIMI 

         Yeryüzündeki büyük iklim bölgelerine karşılık gelen biyomlar, kuzey yarımküre de daha belirgin olmak üzere, enlemlere bağlı kuşaklar biçiminde  düzenlenmiştir.

    

         Biyosferi oluşturan eşitli ekosistemlerin kapladığı alan, birçok metrekare ile yüz binlerce kilometre kara arasında değişir. Bununla birlikte büyük veya küçük her ekosistemde  türdeş ekolojik koşullar hüküm sürer ve kendine özgü canlı türlerinin

  

oluşturduğu topluluklar yaşar. Gezegen düzeyinde bakıldığında, büyük bitkisel oluşumları temsil eden biyomlar ayırt edebilir. Aslında, ekosistemler arasındaki ayrım çoğunlukla, egemen bitki örtüs temelinde yapılır ve yerküredeki büyük ekolojik bölümler konusunda da genellikle bitki örtüsü temel alır. Biyomlar, bitki toplulukları (fitosenoz) ile hayvan topluluklarını (zoosenoz) içeren ekosistemlerin bir araya gelmesiyle oluşur. Kararları kaplayan bitki örtüsünün büyük iklim kuşaklarına göre dağılmasına benzer biçiminde, biyomlar da ekvatora göre dağılmasına benzer biçiminde, dağılmıştır. Bu dağılım, kara yüzölçümünün az olduğu Güney Yarımküre”ye oranla Kuzey Yarıküre”de daha belirgindir.

 

         Ekvator kuşağında tropikal ormanlar neredeyse  kesintisiz bir çiziği oluşturur. Ekvator altı kuşakta kurak mevsimin daha uzun sürmesi, bu bölgede iklim uygun ormanların, savanların ve aşırı kurak olan kesimlerde de çöllerin oluşmasına neden olmuştur. Bunun ardından, 35 ıncı kuzey ve güney enlemleri yöresinde, ılıman iklim  kuşağına, özgü Akdeniz tipi biyomlar bulunur. Ortam enlem kuşağı, tropofil ağaçların oluşturduğun ormanları barındırır; kuzeye doğru bu bitki örtüsü yerini önce ılıman çayırlara (bozkır) ve yer  kuzeyin kozalaklı ormanlarına (tayga) bırakır. Tundralar ise, Arktika ve Antantika buzul kuşağının sınırında (66-33 enlemi) yer alır. Söz konusu bu hat doğal bitki   örtüsünün de sınırıdır.

 

         Ekosistem kuşakları arasında, arazinin yüksekliğine göre oluşan ayrım daha da belirgindir.

 DENİZ EKOSİSTEMİ OŞİNOGRAFLAR BU ORTAMI FARKLI EKOLOJİK ÖZELLİKLERİNE GÖRE “ALANLARA” VE “BÖLGELERE” AYIRARAK İNCELENMEYİ TERCİH EDERLER. 

         Ekolojik şartları büyük bir çeşitlilik gösteren deniz ortamı homojen bir bütün olarak ele almak, bilimsel açıdan çok kısıtlı bir bakış açısına neden olur. öncelikle iki büyük okyanus alanı ayırt edilmektedir.bütünüyle denizleri oluşturan “su kütlesi”  ve kıyılardan derin abis çukurlarına kadar dipleri kapsayan “dip alanı” ;Dip alanı derinliğine göre üçe ayrılır.

   

         -0-200 metreler arasında uzanan ve okyanusların tabanının yüzde 7,6 sını oluşturan kıta sahanlığı;

 

         -200 metreden 2000 metreye kadar uzanan dipteki ani eğim bölgesinden meydana gelen ve tabanın yüzde 8,1 ni oluşturan kıta şevi; ve nihayet okyanusların tabanının yüzde 84,3 ünü meydana getiren abisler. (2000-6000 metre) ve çukurlar (6000 metreden

bilinen en derin yer olan mariana çukurunda 11.000 metreye kadar) Gelgite maruz kalan ve hatta dalga serpintisiyle ıslanan kıyı şeritleri de  okyanus alanına dahil edilmektedir. Gerçekten de bu bölgelerde yaşayan organizmalar, gerek gelgitler sırasında birbirini ardınca su altında ve su üstünde kalarak, gerek ortamın yüksek tuzluluğu sebebiyle, okyanus etkilerine maruz kalmaktadır.

 

         Okyanusları ve denizleri oluşturan su kütlesi ikiye ayrılan kıta sahanlığını örten yüzey suları ve 200 metrenin altında kalan dip suları bu düzeylerde su kütlesi, güneş ışınlarının nüfuz etmesi derecesine ve mevsimlik sıcaklık değişimlerine bağlı olarak düşey bir ekolojik katmanlaşma gösterir. Işığın ulaştığı epipelojik bölge, ışık miktarının, bitkilerin fotosentez yapabilmesi için yeterli olduğu 0 ila 50-100 metrelik yüzey sularına tekabül eder. Söz konusu bu bölgenin altında dip bitkileri ve fitoplankton yaşayamaz; yanlızca etçiler veya çürükçül beslenen hayvan türleri canlı kalabilir.

 

         Okyanus ekosisteminin alt bölümlere ayrılması, karşılaşılan ekolojik şartların çeşitliliğiyle ilişkilidir; organizmaların uyum mekanizması ve üretkenliği bir bölgeden diğerine belirgin farklılıklar gösterir.

 

         Deniz Canlıları; Yüzeyle dip alanı arasında ve hatta jeolojik taban yapısı içinde yaşam, deniz ekosisteminin üç boyutuna da dağılmış durumdadır. Deniz ortamının ekolojik şartlarının çeşitliliği, yaşam şekillerinde ve tarzlarında da büyük değişikliğe neden olmaktadır. Okyanusun büyük bölgeleriyle bağlantılı olarak üç çeşit canlı gurubu ayırt edilir; su kütlesinde yaşan plankton ve nekton ile diğerlerde yaşayan bentos toplulukları.

 

         PLANKTON ; Yüzeyde veya su kütlesinde asıllı duran, kısıtlı hareket yeteneğiyle su akımlarına karşı koyamayan ve bazıları bu nedenle düşey göçlere maruz kalan organizmalar topluluğudur.

 

         NEKTON; Açık denizde yaşayabilen ve deniz akıntıları içinde hareket edebilen canlılardan oluşur; açık denizde yaşayan balık türlerinin çoğunu, kafadanbacakları ve deniz memelilerini kapsar.

 

         BENTOS; Dibe bağlı olarak yaşayan hayvanlar ve bitkiler (bağlı bentos) ile dipte veya dibe yakın bölgelerde hafifçe hareket eden bazı hayvan türlerinden (gezgin bentos)

  

meydana gelir. Bağlı bentos bir çok suyosunu, sünger, yumuşakça, kabuklu (Balanus) ve knildli (Mercan, deniz şakayığı gibi) türlerini kapsar.

EKOSİSTEMLERE YÖNELİK TEHLİKELER 

         Ekosistemlerin doğal dengeye ulaşması, bunların nüfusunda ve çalışmasında kesin bir istikrarın sağlanması anlamına gelmez; dengeli ekosistemlerde düzenle, hafif dalgalanmalar yaşanır.bu dinamik denge durumu çok hassastır.

 

         Bugün ekosistemlere yönelik tehlikeler, sanayi uygarlığının gelişmesinde kaynaklanmaktadır. Sanayi uygarlığı, doğal kaynakları büyük bir hızla tüketmekte ve doğal çevreyi hiçe sayan tarımsal uygulamaları desteklenmektedir. Bu etkiler, nüfus patlamasıyla iyice yoğunlaşır. Bozulma fiziksel çevrenin (biyotop) sürekli yıkımı, canlı topluluklarının (biyosenoz) çeşitliğinde azalma, yaşama için gerekli minerallerin çevriminde kopukluklar biçiminde kendini gösterir. Kentleşme ve sanayileşme çok sayıda biyotop’un yıkımına  neden olmuştur. Sanayiinin, taşımacılığın (özellikle otomobiller) ve evlerde kullanılan yakıtların yaratığı kirlilik havaya , suya ve toprağa bulaşır, bu durumda, hem genel olarak tüm canlı varlıklar, hem de insanın sağlığı ve kullandığı kaynaklar zarar görür. Ayrıca insan, sürekli yeni ortamları kendine kullanımına sokarak, çok sayıda hayvan türünün topluca yok olmasına yol açar. Çünkü insanlar biyotopları yıkar, ortamı aşırı sömürür. (balıkçılık ve avcılık) ve bazen de yeni ortama uygun olmayan yabancı türler getirir.

 

         Karbon dioksit gazı üretiminin artması ve koruyucu ozon tabakasının delinmesi gibi insan etkinlikleri, bir bütün olarak biyosferin dengesini tehdit etmektedir.

EKOSİSTEMLERİN DENGESİ  

         Türlerin çeşitliliği ve aralarındaki düzenli iletişime dayanan denge, insanın giderek artan baskısının tehdidi altındadır.

 

         Biyosferdeki doğal dengelerin korunması bazı kimyasal maddelerin oranın sabit olarak kalmasına, nüfus dalgalanmalarının düzenine ve ekosistemlerin sürekliliğine bağlıdır. Dengeyi sağlayan koşulların güvence altına alınması için, besin zincirlerinin gereken şekilde çalışmaya devam etmesi, tür çeşitliliğinin belirli bir düzeyde korunması ve geçici de olsa çok şiddetli düzensizlikleri yaşanmaması gerekir. Bazı orman sistemleri, mesela ılıman iklimde yüksek ağaçlar dikilmek suretiyle oluşturulan ormanlar, insan yapısı olmasına rağmen istikrarlı sistemlerdir. Tarım ekosistemleri, bitki topluluklarının otsu oluşumlardan ağaçlara uzanan doğal ardışıklık sürecinin ilkel bir

  

düzeyinde kalmıştır. Ekolojik açıda bakıldığında, tarım ekosistemleri, çoğunlukla tek bir bitki türüyle sınırlanmış yapıları yüzünden istikrarsız ve zayıftır. Bu ekosistemlerin üretkenliği, ürünün tipine ve söz konusu bölgeye egemen olan iklim koşullarına bağlı olarak büyük değişkenlik gösterir.

 

         Bugün biyosferin genel dengesini tehlikeye düşüren başka faktörler de vardır. Gezegen genelinde, bilimsel ve teknik gelişmeler, geçen yüzyılda tedavi alanındaki buluşlar ve tarımsal üretimin dünya çapında artışının da yardımıyla inanılmaz bir nüfus patlamasına neden olmuştur. Bu nüfus patlaması, biyosferin üretim kapasitesiyle insanları ihtiyaçları arasında giderek artan bir dengesizlik durumu yaratmaktadır.

 İNSANDAN GELEN TEHLİKELER 

         Bitki örtüsünün bozulması, ortamın kimyasal yapısının değiştirilmesi ve kaynakların aşırı kullanılması gibi her darbe çok sayıda sonuçlar doğurur.

 

         İnsan etkinlikleriyle, ekosistemlerin, çalışmasına hatta bir bütün olarak biyosferin düzenine korkunç zararlar verebilir. Türler ve ekosistemleri ortadan kaldırdığı, fosil kaynaklarını tükettiği ve sonuçta önemli düzeyde kirlilik yarattığı için bu zararların çok yönlü bir etkisi vardır.

                          ALINTI..............fenciyim.com




0 Yorum - Yorum Yaz
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi9
Bugün Toplam227
Toplam Ziyaret1815393
Saat
Takvim
Hava Durumu