Üyelik Girişi
fenciyim
Site Haritası
                                SOLUNUM SİSTEMLERİ

Solunum organlarıyla dış ortamdan alınıp verilmesine “dış solunum” denir.
Solunum organlarına alınan ’nin hücrelere taşınması ve hücredeki ’nin solunum organlarına getirilmesine “iç solunum” denir.
Hücrelerdeki besinlerin le veya siz yakılıp ATP üretilmesine “hücresel solunum” denir.

İNSANDA SOLUNUM SİSTEMİ
İnsanda solunum sistemi akciğerler ve akciğerlere hava taşıyan borulardan meydana gelmiştir.burun,ağız, yutak,gırtlak,soluk borusu,bronşlar da solunumda rol oynar.

1-Burun:

İnsanda solunum sistemi burunla başlar. Burnun yapısında kıllar, mukuslu yüzey ve yüzeye yakın kılcal damarlar bulunur. Bu yapılar, solunum esnasında alınan havanın, mikrop ve tozlarının tutulmasını, ısınmasını ve nemlendirilmesini sağlar.
- Solunum havasının alınmasını ve nemlendirilmesini sağlar.
- İçerisinde bulunan kıllar ile solunum havasının temizlenmesini sağlar.
Burun güzel kokulu çiçeklerin ya da iştah açıcı yemeklerin kokularını algılamamızı sağlamanın ötesinde de, çok önemli işlevleri olan bir organımızdır. Soluduğumuz hava ile birlikte havadan aldığı oksijeni vücudumuzun bütün hücrelerine taşıyan kan arasındaki temel bağlantı yollarından biridir. Kısacası burun hem koklama organı, hem de solunum yollarının başlangıcı olarak büyük önem taşır. İki bölümden oluşan burnun içinde "silya" denen tüycükler ve mukus adı verilen bir salgı vardır. Hava burundan içeri girdiğinde bunlarla karşılaşır ve hemen analize tabi tutulur. Havadaki moleküller ayrıştırılarak incelenir ve beyne iletilerek kokunun ne olduğu belirlenir ve ona göre tepki verilir. Bu işlemlerin hepsi sadece 30 saniye gibi çok kısa bir süre içerisinde gerçekleşir.
Burnun içinde aerodinamik açıdan da kusursuz bir tasarım söz konusudur. Hava içeri girdiğinde doğrudan nefes borusuna gitmez. Burun, adeta bir klima gibi çok özel filtre sistemleriyle dışarıdan gelen kirli, sıcak, soğuk ya da nemli havayı akciğerler için hazır hale getirir. Burundaki özel kıvrımlı yapı sayesinde hava burada bir tur dönüş yapar. Böylece burun çeperinde bulunan tüycüklere ve damar ağına daha fazla temas etmiş olur. İşte bu kıvrımlı sistem sayesinde burun günde 15 m3 havayı süzer, temizler, nemlendirir ve ısıtır. Bu miktar yaklaşık olarak bir odanın içindeki havaya eşittir. Fakat burada kirli hava denince akla sadece tozlu hava gelmemelidir. Havayla birlikte gelen tozun yanı sıra bakteri, polenler vs. gibi yaklaşık 20 milyar yabancı maddenin vücuda girmesi burundaki özel sistem sayesinde engellenmiş olur.
Tozlarını ve her türlü zararlı bakterilerini burundaki klima sisteminde bırakan hava, bu işlemden sonra her burun deliğinde üçer tane bulunan kıvrımlı yapıların üstünden geçer. Burundaki tüycüklere takılan yabancı maddeler bu defa da buradaki mukusun antibakteriyel etkisiyle zararsız hale getirilir. Hava bu kıvrımlara çarpınca yön değiştirir ve burun boşluğunun duvarına çarpar. Buraya çarptığında mukus sıvısı içinde tutulur. Solunum havasının yabancı cisimlerden temizlenmesi çok kapsamlı ve çok hassastır. En ufak bir hataya, unutmaya ve atlamaya izin verilmez. Çünkü bir bakterinin ya da zararlı bir cismin akciğer gibi hassas bir organa geçebilmesi, insanın sağlığında olumsuz etkiler oluşturabilir. Ancak herşeye rağmen zararlı cisimlerin burundan geçmeyi başarması ihtimaline karşı, ikinci bir koruma mekanizması daha vardır. Şayet burun boşluğunu geçebilen cisimler olursa, bunlar da solunum yollarında tutulurlar. Burnun içinde temizlenen ve ısısı ayarlanan hava ciğerlerinize gitmek üzere hazırdır. Ciğerlere ulaşmak için takip edilecek yol nefes borusudur.

2-Yutak:
- Burun ve ağız boşluğunun yemek ve soluk borusuna açıldığı bir yol ağzı gibidir.
- Burun ve ağızdan alınan havanın soluk borusuna iletilmesini sağlar.
3-Gırtlak:
- Soluk borusunun üst kısmının genişlemiş bölümüdür.
- İçerisinde konuşmamızı sağlayan ses telleri bulunur.
4-Soluk Borusu:

İlk anda burunda temizlenen hava solunumun bir sonraki aşamasında vücut içinde yol alarak biraz daha aşağılara doğru inecektir. Havanın burundan sonra geçeceği bölge nefes borusudur. Soluk borusu,yutak ile akciğer arasında bulunur. Kıkırdak halkalı yapıdadır. Akciğere hava iletimini sağlar.Ağız boşluğunun son kısmında yer alan yutağa soluk borusu bağlanır. 10–12 cm uzunluğunda ve 2 cm çapında olan bu borunun başlangıç bölümüne gırtlak denir. Gırtlağın içindeki ses telleri epitel uzantılardan meydana gelmiş olup, gerginlikleri kaslarla ayarlandığından çeşitli tonlarda ses çıkartılmasını sağlar.
Soluk borusunun, düz olan arka yüzü yemek borusu ile komşudur ve iç yüzü hareketli siller taşıyan epitel hücreleri ile döşenmiştir. Bu hücrelerin meydana getirdiği epitel tabakası altında salgı bezleri bulunduğu gibi, hücrelerin arasında da salgı yapan goblet hücreleri bulunur. Bu hücreler mukus denilen bir madde çıkarırlar. Mukus hareketli siller üzerinde ince bir tabaka oluşturur. İnce mukus tabakası, hem epitel yüzeyin nemli kalmasını sağlar, hem de solunumla giren havadaki toz ve diğer yabancı maddeleri tutar. Bu tüycükler sürekli olarak akciğerin ters yönünde yani ağıza doğru kamçı benzeri bir hareket yaparlar. Bu şekilde tüycüklerin üzerlerine düşen çok daha küçük parçalar boğaz bölgesine doğru ilerlemiş ve akciğerden uzaklaşmış olur. Boğaz bölgesinde yemek borusuyla birleşen nefes borusu, içinde biriken atık parçalarını ve bazı bakterileri yemek borusuna iletir. Boğazda biriken parçalar yutma refleksini başlatır.
Böylece atık maddelerin ve akciğerde hastalık oluşturabilecek bakterilerin tümü yutularak mideye iletilir ve mide asitinde parçalanıp yok edilir. Sabah uyanıldığında boğazda hissedilen doluluk ve ses değişikliğinin sebebi de gece boyunca nefes borusunun kendini temizleme işlemi sırasında biriken yabancı madde ve bakterilerdir.Kazara nefes borusuna yiyecek ya da nem parçaları kaçsa bile, bunlar da ve öksürük olarak isimlendirilen hava patlaması ile çıkartılır. Bir öksürüğün hava itmesi saatte 960 kilometreye kadar çıkabilir.
Soluk borusunun yapısında epitel tabakasından sonra kıkırdak doku tabakası bulunur. Kıkırdak doku, soluk borusunun duvarlarının birbirine yapışmasını önleyecek şekilde bir gerginlik sağlar. Yemek borusuna bakan yüzeyde kıkırdak yoktur. Soluk borusu arkada dördüncü sırt omuru hizasında iki kola ayrılır. Bu kollara bronş adı verilir. Bronşların herbiri akciğere girdikten sonra binlerce ince borucuğa ayrılır. Bunlara bronşçuk adı verilir. Bronşçukların uçlarında hava keseleri bulunur (alveol). Alveoller çok ince, tek sıra epitel hücrelerden oluşmuş olup dışı kılcal damarlar ile donatılmıştır.

Nefes borusu gırtlaktan akciğerlere kadar uzanan yaklaşık 30 cm uzunluğunda bir borudur. Bu boru her an açık olmak zorundadır. Aksi takdirde havanın ciğerlere iletimi durur ve insan boğularak ölür. Boyun gibi hareketli bir bölgeden geçen ve etten yapılmış olan bu esnek borunun sürekli açık kalmasını sağlamak gerçekte oldukça zordur. Ancak nefes borusunun mükemmel tasarımı sayesinde bu zorluk ortadan kalkmıştır. Nefes borusu C harfi şeklinde kıkırdaklarla desteklenmiştir. İşte bu kıkırdaklar nefes borusunun kapanmasını engeller.
Bu karmaşık sistemin herhangi bir parçasının eksikliği vücutta onarılması zor hasarlar oluşmasına neden olur. Örneğin genetik bir hastalık olan Kartagener sendromunda, sistemin tüm elemanları eksiksiz var olmalarına rağmen nefes borusunu örten tüycüklerin hareket etme özellikleri yoktur. Bu eksiklikle doğan bebeklerin çok büyük bir bölümü sık sık tekrarlayan akciğer enfeksiyonları nedeniyle daha çocukluğa ulaşamadan hayatlarını kaybederler

5-Akciğerler,Yeri,Yapıs ı ve Görevleri:

Solunum sisteminde gaz değişiminin yapıldığı organdır.Göğüs boşluğu içinde yer alır. Kalple birlikte göğüs boşluğunu doldurur. Sağda 3 solda 2 olmak üzere 5 lobtan oluşur. Sol akciğerin küçük olmasının nedeni, kalbin buraya yakın oluşudur.Göğüs ve karın boşluğunu ayıran diyafram denilen zarın üzerindedir.Akciğerle rin yapısı süngere ben-zer. Hacmi büyüyüp küçülebilir. Rengi açık pembedir. Akciğerlerin üzeri plevra denilen çift katlı bir zarla çevrilidir.Damar,sini r ve bronşların akciğere girdiği yerde plevra zarı yoktur. Bu zarların arasında sıvı bulunur. Bu iki zarın iç ve dış yaprakları arasındaki boşluklarda az miktarda lenf sıvısı ve hava bulunur. Bronşlar akciğerlerin içinde bronşcuklarla devam eder. Bronşcukların ucunda üzüm salkımına benzeyen alveol denilen hava keseleri bulunur. Alveoller kılcal kan damarları ile çevrilidir. Oksijen ve karbondioksit değişimi alveollerde gerçekleşir. Alveole giren havadaki oksijen kılcal kan damarlarına geçer. Kirli kandaki karbondioksit de yine alveollerde tutularak dışarı verilir. Buna hücre dışı solunum denir.
Akciğerde bulunan hava kesecikleri (alveol) ile bunun etrafını saran kılcal damarlar arasında oksijen ve karbon dioksit geçişi olur.

Akciğerlerin çok önemli olan iki görevi vardır.
• Dışarıdaki havayı alıp (soluk alma), hava içindeki oksijenin alveollerin etrafındaki kılcal kan damarlarına geçmesini sağlamak.
• Organlardan kirli kanla gelen karbondioksidi alveollere alıp dışarı atılmasını (soluk verme) sağlamaktır.
Diyafram ve Göğüs Kasları   diyafram kası, göğüs boşluğuyla karın boşluğunu birbirinden ayırır. Göğüs boşluğunun alt kısmını kaplayan yassı bir kastır. Aşağı-yukarı kasılıp gevşeyerek göğüs boşluğunun hacmini değiştirir. Bu nedenle akciğerlere hava giriş-çıkışı kolaylaşır. Ayrıca göğüs kasları kasılıp gevşeyerek kaburgaların açılıp kapanmasını ve akciğerlere havanın girip çıkmasını sağlarlar.
Diyafram aşağıya doğru çekilip, göğüs kasları kasıldığında kaburgalarımız yukarı kalkacağından, göğüs boşluğunun hacmi genişler. Akciğerlere hava dolar, soluk alırız. Diyafram yukarı doğru şişkin; kaburgalanmızı hareket ettiren kaslar gevşek iken göğsümü-zün hacmi küçülür. Bu durumda dışarıya hava verilir.
Dakikada 16-18 defa soluk alıp veririz. Solunum hızı omirilik sağındaki solunum merkezi yönetir.

SOLUK ALIP VERME MEKANİZMASI

Göğüs boşluğu ve akciğerlerin genişleyip daralmasına dayanır.bu mekanizmada diyafram ve göğüs kasları da görev alır.
İnsan vücudundaki hücrelerin her birinin sürekli olarak oksijene ihtiyacı vardır. Örneğin şu anda sayfayı okuyabilmeniz, gözünüzün retina tabakasındaki milyonlarca hücrenin hiç durmaksızın oksijenle beslenmesi sayesinde mümkün olmaktadır. Bunun gibi, vücuttaki tüm kasların, bu kasları oluşturan hücrelerin, karbon bileşiklerini "yakarak", yani bunları oksijenle reaksiyona sokarak enerji elde etmeleri gerekir. Her nefes aldığınızda vücudunuza 100 trilyona yakın hava molekülü girer. Bunun yaklaşık %21'i yani 21 trilyonu, oksijen molekülüdür. Solunum sistemi yoluyla vücudunuza giren ve kan dolaşımına yüklenen bu moleküller, yine kan yoluyla vücudun en derin noktalarına kadar ulaştırılır. Ve burada bulunan karbondioksit molekülleriyle yer değiştirir. Biz sadece nefes aldığımızı zannederken, gerçekte bu sırada vücudumuzun derinliklerinde hiç durmadan oksijen, karbondioksit ve su alış-verişi gerçekleşir.
Soluk alırken, diyafram kası kasılır ve kaburgalar arası açılarak hacim artar, göğüs iç basıncı düşer ve içeriye hava girer. Bu esnada göğüs boşluğu genişlemiştir.
Soluk verirken; diyafram kası gevşer, kaburgalar birbirine yaklaşarak hacim azalır, göğüs iç basıncı artar ve dışarıya hava verilir. Bu esnada göğüs boşluğu daralmıştır.
Solunum hızı kandaki CO2 miktarına göre düzenlenir. CO2 artışı soluk alıp vermeyi hızlandırır.Çünkü CO2 kanın pH sını düşürür ve ortam asit hale gelir Bu da beyni uyarır.
Soluk alış verişinin hızı ve şiddeti omurilik soğanındaki sinirler tarafından denetlenir

 SOLUNUM SİSTEMLERİ 

 Soluk Alma:Akciğerlere hava dolmasıdır. Sırasında göğüs boşluğu ve akciğerler genişler. Diyafram kasılarak düzleşir.Göğüs boşluğu öne doğru genişler. Böylece akciğerlerde genişleyerek içindeki hava basıncı düşer ve dışardaki hava akciğerlere dolar.

1. Kaburgalar arasındaki kaslar kasılır.

2. Diyafram kası kasılır,diyafram kası düzleşir.

3. Göğüs boşluğu genişler,göğüs boşluğunun hacmi artar.

4. Akciğerler genişler.

5. Akciğerlerdeki hava basıncı(iç basınç) düşer.

6. Oksijen alveollere kadar gelir.

7.Oksijence zengin hava akciğere dolar.

8. Oksijen kana, karbon dioksit hava keseciklerine geçer.

Soluk Verme: Akciğerlerdeki havanın dışarı verilmesidir.Sırasınd a diyafram kası gevşeyerek kubbeleşir ve göğüs boşluğu daralır.Göğüs boşluğunun daralması akciğerleri sıkıştırarak içindeki havanın dışarı çıkmasını sağlar.Soluk verme soluk almaya göre daha pasiftir.

1. Göğüs ve diyafram kasları gevşer,Kaburgalar arası kaslar gevşer
2. Göğüs boşluğunun hacmi azalır,göğüs boşluğu daralır.
3. Akciğer küçülür, iç basınç artar.
4. Kirli hava dışarı atılır.

SOLUNUM GAZLARINI TAŞINMASI

Kanın en önemli özelliklerinden biri; CO2 ve O2 taşıma kapasitesinin çok yüksek olmasıdır.
Taşıyıcı Pigmentler
Kana yüksek oranda O2 ve CO2 taşıma kapasitesi sağlar. Hemoglobin en önemlisidir.
Hemoglobin O2 ve CO2 ile tepkimeye girerek kanı O2 korumasında rol oynar.
Deniz seviyesinde havadaki O2 miktarı yüksektir. Dolayısıyla buralarda yaşayan insanların kanlarındaki hemoglobin çok büyük oranda O le birleşir.
Yükseklere çıkıldıkça O2 oranı azalacağından hemoglobinin tutacağı O2 miktarı da düşer. Bu nedenle yükseklere çıkanlarda özel O2 tüpleri bulunur.


Oksijenin Taşınması : Hayvanların kanında O2 taşıyıcı solunum pigmentleri bulunur. Pigmentleri şu şekilde sıralayabiliriz: Hemoglobin, Hemosiyanin, Klorokruorin, Hemoeritrin
Oksijen kanda oksihemoglobin halinde taşınır. Çok az bir kısmı kan plazmasında çözünmüş olarak taşınır. (% 2 kadar). Akciğerlerde kana geçen O2, alyuvarlardaki hemoglobinle birleşip oksihemoglobini oluşturur.
Hb + O2 HbO2 (Oksihemoglobin)
Doku kılcallarında hemoglobinden ayrılıp doku sıvısına, oradan da difüzyonla hücrelere geçer.

Karbondioksitin Taşınması: Hücrelerde oluşan CO2, doku sıvısına geçip difüzyonla kılcal damarlara geçer. Normal olarak CO2, kanda çok az erir ve az bir kısmı kan plazması ile taşınır. Büyük bir kısmı ise alyuvarlara girer. Alyuvarlarda karbonik anhidraz enziminin katalizlemesi sonucu CO2, su ile birleşerek karbonik asiti oluşturur.
Karbonik asit (H2CO3), iyonlaşarak H+ ve HCO3– (bikarbonat) iyonu meydana getirir. H+ iyonu alyuvarlarda hemoglobinle, birleşerek HCO3 iyonları ise plazmada taşınarak akciğer kılcallarına getirilir.
Karbonik anhidraz enzimi

Akciğer kılcallarında HCO3 iyonları tekrar alyuvarlara girerek H+ iyonları ile birleşir ve H2CO3 (karbonik asit) oluşturur.
Yine karbonik anhidraz enziminin etkisiyle, karbonik asit, H2O ve CO2 e ayrışır. Böylece serbest kalan CO2 difüzyonla önce plazmaya, oradan da akciğer alveollerine geçer ve soluk verme ile dışarı atılır.

1. Hücre solunumu ile oluşan CO2 difüzyonla hücreler arası boşluklara buradan da doku kılcallarına geçer.
2. CO’in büyük kısmı alyuvarlara gelip burada karbonik anhidrazin katalizörlüğünde su ile birleşerek karbonik asit oluşur.
3. Karbonik asit (H2CO3) iyonlaşarak H+ ve HCO3- iyonu oluşturur.
4. H+ alyuvarlarda hemoglobinle HCO3- ise plazmada taşınarak akciğer kılcallarına getirilir.
5. Burada HCO3- tekrar alyuvarlara gelerek H+ ile birleşir H2CO3 oluşur.
6. Karbonik anhidrazın etkisiyle H2CO3 , H2O ve CO2 ayrışır. Serbest kalan CO2 difüzyonla önce kan plazmasına oradanda akciğer alveollerine taşınır.
7. Serbest kalan CO2 soluk vermeyle dışarı atılır.
CO2 nin çok az bir kısmının hemoglobin ile de taşınabildiği belirtilmektedir. İnsanın soluduğu havada fazla oranda karbon monoksit (CO) bulunursa zehirlenme meydana gelir. Çünkü,Hemoglobin CO ile de kolayca birleşebilir. Ancak O2 gibi kolayca ayrılamaz. Bu durumdaki hemoglobin O2 taşıyamayacağında hücre ve dokular O2’siz kalır. Buna CO zehirlenmesi denir.
 SOLUNUM SİSTEMLERİ

Solunum Sistemimizin Sağlığı
Solunum sisteminin üç temel fonksiyonu vardır;

1) alveollerde gaz değişimi sayesinde kana oksijen alımı, kandan dışarı karbondioksit atılımını ve dolayısıyla kanın asit-baz dengesini sağlamak,

2) vücuttan dışarı (alkol gibi) toksin maddelerinin atılmasını sağlamak ve

3) akciğerlerin geniş yüzey alanı sayesinde vücudun ısısını kontrol etmek.

Bu temel fonksiyonların yanı sıra sistem doğrudan solunum ile ilgili olmayan bazı mekanik, biyokimyasal ve metabolik fonksiyonlar da yürütür. Kısaca bu fonksiyonlar mekanik olarak solunum sisteminin bakteriler gibi harici patojenlere karşı korunması, vücudun sıvı, asit-baz ve iyon dengesinin sağlanması ve vücut için gerekli bazı hayati hormonların ve biyolojik faktörlerin üretilmesi olarak sıralanabilir.Solunum sistemi hastalıkları toksik gazların solunması, enfeksiyöz ajanlar, sigara dumanı ve tütün bağımlılığı gibi birçok etiyoloji ile oluşabilmektedir. Dahası bu patojen etiyolojiler yanlızca yetişkinleri değil henüz solunum sistemi gelişmekte olan fetus ve küçük çocuklarıda doğrudan veya dolaylı yolla etkileyebilmektedir.


Solunum sisteminin sağlığının korunması için temiz havalı ortamlarda bulunulmalıdır. Sigara içilmemeli; sigara içilen, havasız ortamlardan kaçınılmalıdır. Burundan nefes almaya özen gösterilmelidir. Soğuk, tozlu, çok kuru yerlerde bulunmaktan kaçınılmalıdır. Solunum yoluyla nezle, grip, bronşit, zatürre, verem, kabakulak, kızıl, kızamıkçık, kızamık, suçiçeği difteri gibi hastalıklar bulaşabilir.
Sigara içenlerde, öksürük, balgam çıkarma ve nefes darlığı görülmektedir. Ayrıca, sigara içenlerin % 40'ında kronik bronşit gelişir...Sigara içenlerin akciğer kanserinden ölüm riski, sigara içmeyenlere oranla, içilen sigara miktarına göre 15-20 kat daha fazladır.
Bu kanser türü çoğu zaman geç evrede fark edilir ve en ileri tedavi ile bile beklenen yaşam süresi birkaç yılı geçmez. Sigara akciğer kanserlerinin % 87'sinden sorumludur. Sigara içme ile akciğer kanserine yakalanma riski arasındaki ilişki bilimsel olarak kanıtlanmıştır.

Akciğeri kanseri sıklığı, son yıllarda giderek artmaktadır. Daha önceleri sıklıkla 60 yaşın üzerindeki erkeklerde görülmesine rağmen, günümüzde kadınlar arasında da sıklığı artmıştır. Erkeklerde görülme yaşı da 60 yaşın altına inmeye başlamıştır.

Yapılan çalışmalar, akciğer kanseri ile aşağıda bahsedilecek çeşitli olayların ilgili olduğunu göstermiştir;
• Sigara: Sigara içimi ile akciğer kanseri arasında direkt bir ilişki mevcuttur. Kişinin sigara içmesi yanısıra, başkalarının içtikleri sigaranın dumanına maruz kalması da bu açıdan önemlidir.

• Çeşitli kanser yapıcı maddeler: Berilyum, Radon ve Asbestoz gibi maddeler akciğer kanseri riskini arttırırlar.

• Geçirilmiş tüberküloz (verem) nedbe dokusu üzerinde akciğer kanserleri gelişebilir.

• Ailede akciğer kanseri olması akciğer kanserine yakalanma riskini arttırmaktadır.

Belirtileri

• Öksürük, balgam, kanlı balgam, göğüs ağrısı, akciğer iltihabı, göğüs kafesi içine sıvı birikmesi, ses kısıklığı, tümörün damar basısı nedeniyle göğüs üst bölümünde boyunda ve başta ortaya çıkan ödem (şişlik)

• İştahsızlık, zayıflama

• Kemiğe yayılım sonrası kemik ağrıları, kanda kalsiyum artışı ve buna bağlı belirtiler

• Karaciğere yayılım sonrası, karaciğer büyüklüğü, ağrı ve ateş,

• Beyne yayılım sonrası, bazı nörolojik belirtiler ve nöbetler,

• Bazı hormonların tümör tarafından anormal salgılanması nedeniyle çeşitli hormonal bozukluklar

Akciğerlere etkileri:

Sigara içimi hem ana hem küçük hava yollarını, akciğer yüzey hücrelerinin yapı ve fonksiyonlarını bozar, akciğerin bağışıklık sistemini değiştirir. Sigara içimiyle normal akciğer yapısı değişir ve sonuçta kansere dönüşür. Sigara içenlerde kronik öksürük, balgam ve nefes darlığı olur. Sigara içimi KOAH (kronik bronşit, amfizem vb.) gelişimi için esas risk faktörüdür. Solunum yolu enfeksiyonları da sigara içenlerde daha fazladır. Ameliyat sonrası komplikasyonlar ve pnömotoraks da içenlerde daha sıktır.
1964 yılında sigara içimiyle akciğer kanseri arasında nedensel bir ilişki varlığı gösterildi. Daha sonra net ilişkiler tanımlandı. Sigara miktarı ve içilen süre riski belirlemektedir. Günde 1 paket sigara içenlerde akciğer kanserine yakalanma riski 10 kat fazlayken 2 paket içenlerde risk 25 kat artmaktadır.
Son yıllarda kadınlardaki sigara içme alışkanlığının artmasıyla kadınlarda da akciğer kanseri görülme riski artmaktadır.
Sigara akciğer kanseri dışında ağız, gırtlak, yemek borusu ve mesane kanserine de yol açar, böbrek ve pankreas kanseri gelişimine katkıda bulunur

SOLUNUM

Canlılar yaşamlarını devam ettirebilmek için sürekli enerji elde etmek zorundadır. Enerjiyi de ancak besin maddelerini yıkarak yani daha küçük moleküllere parçalayarak elde eder. Canlıların besin maddelerini yıkarak onlardan enerji elde etmelerine solunum denir.
Bazı canlılar hücrelerinde bulunan yapılar sayesinde ortamda da oksijen varsa besinleri CO2 ve H2O'ya kadar yıkabilirler. Oksijen kullanmayan canlılar ise glikoz molekülünü ancak pürivata kadar yıkabilir. Pürivak molekülü henüz tam olarak yıkılmadığından bağları arasında hala enerji vardır. Bu yüzden pürivata kadar yıkabilen canlılar yani oksijen kullanamayan canlılar 1 mol glikozdan daha az enerji elde edebilirler. Buradan çıkan sonuç şudur. Bazı canlılar besinlerin yıkılmasında okasijen kullanırlar; yani oksijenli solunum yaparlar.
Bazıları ise oksijen kullanamaz yada yeterli oksijen bulamaz; yani oksijensiz solunum yaparlar. oksijenli ve oksijensiz solunumları incelemeden önce bilinmesi gereken bir şey vardır ve bu hiç unutulmamalıdır. Canlılar ister oksijenli ister oksijensiz solunum yapsın başlangıç reaksiyonları hücrenin stoplazmasında gerçekleşir ve hep aynıdır.
Aşağıdaki şekilde de görülen bu reaksiyon dizisi glikozun pürivata kadar parçalandığı süreçtir ve GLİKOLİZ olarak adlandırılır.



GLİKOLİZ: Her iki tip solunumunda başlangıç reaksiyonlarının aynı olduğunu ve hücrenin stoplazmasında gerçekleştiğini belirtmiştik. Şimdi bu glikoliz reaksiyonlarının nasıl oluştuğunu inceleyelim.
Bu reaksiyon dizini enzimlerin yardımıyla ve ortamda yeterli enerji var ise başlayabilir. Bu enerji aktivasyon enerjisi olarak kullanılan enerjidir. yukarıdaki şekilden de takip ederek açıklamaya devam edelim. Glikozun parçalanmaya başlaması için yani glikoliz reaksiyonlarının (dolayısı ile de solunum reaksiyonlarının ) başlaması için stoplazmada bulunan 2 ATP'nin harcanması gerekir.
Glikoz molekülüyle tepkimeye giren ATP molekülleri son fosfatlarını glikoza vererek tepkimeden ADP olarak ayrılır. Bu arada Glikoz da Fruktoz'a dönüşür. Şu an aktifleşmiş durumdaki molekülümüz Fruktoz di fosfattır.
İkiye ayrılan 6 C'lu 2 P'lı molekülümüzden iki tane PGAL (Fosfo Gliser Aldehit) oluşur. Bundan sonra reaksiyon iki PGAL üzerinden yani iki koldan devam eder. Biz sadece birini anlatıp diğerinde de aynı şeylerin olduğunu söyleyelim.
PGAL ortamda bulunan NAD (Nikotin Amid Dinukleotid) ile reaksiyona girerek bir çift hidrojenini NAD ye verir. NADH2 oluşur. Bu arada PGAL nin bağlarında bir boşluk oluşur. Bu boşluk ortamda bulunan fosfat ile doldurulur.
Şimdi 3 C'lu 2 P'li bir molekülümüz oluşmuştur. Bu molekül ortamda bulunan ADP'ler ile reaksiyona girerek sırasıyla 2 ATP oluşur. Geriye kalan molekül ise PÜRİVAT olarak adlandırılır.
Diğer PGAL'de de aynı şeyler olacağı için toplam 4 ATP sentezlenmiş olur. Bundan sonra ortamda oksijen yoksa yada kullanılamıyor ise oksijensiz solunum gerçekleşir.

 

OKSİJENSİZ SOLUNUM

Bakteriler ve bazı mayalar oksijen kullanamazlar. Fakat onlarda doğal olarak enerjiye ihtiyaç duyarlar. Glikoz molekülünü glikoliz reaksiyonu ile parçaladıktan sonra elde ettikleri pürivattan bir molekül CO2 çıkararak ASETALDEHİToluştururl ar. Daha sonra bu asetaldehit NADH2 ile reaksiyona girerek onun hidrojenlerini alır. Son ürün Etil Alkol'dür.
Aşağıdaki reaksiyonda da görülen bu oksijensiz solunum tipine ETİL ALKOL FERMANTASYONU denir.

Çizgili kaslarımızda bulunan hücreler normalde oksijenli solunum yaparlar. Ancak ortamda yeteri kadar oksijen yoksa bu hücreler oksijensiz solunumuda gerçekleştirebilir ve enerji ihtiyaçlarını karşılamaya çalışır. Oksijene ihtiyaç duyulmadan gerçekleşen glikoliz reaksiyonlarından sonra oluşan pürivatlar mitokondriye geçemediğinden glikolizde NAD'ye verdiği hidrojenleri geri alarak Laktik asite dönüşür.
Çizgili kaslarda görülen bu oksijensiz solunum tipinede LAKTİK ASİT FERMANTASYONU denir.

OKSİJENLİ SOLUNUM
Canlı hücrelerde karbonhidrat, yağ ve proteinlerin oksijen kullanarak parçalanması ve ATP sentezlenmesi olayına oksijenli solunum denir.
Karbonhidratlar monosakkaritlere, yağlar yağ asitleri ve gliserole, proteinler amino asitlere dönüştürüldükten sonra solunum tepkimelerine katılırlar.
oksijenli ve oksijensiz solunum besinlerde depolanmış enerjiyi açığa çıkarır. Fakat oksijen kullanılınca enerjinin büyük bir bölümü açığa çıkar. Çünkü glikoz kendini meydana getiren bileşenlerine tam olarak parçalanır. oksijensiz solunumda ise az enerji açığa çıkar. Çünkü glikoz kendini meydana getiren bileşenlerine tam olarak parçalanmaz. Fermantasyonda son ürünlerin bazıları organik molekül olup, belli oranda enerji depo etmektedirler.
oksijenli solunumun genel denklemi:
Glikoz + 6O2 ----------> 6CO2 + 6H2O + 38ATP şeklindedir.
Oksijenli solunum üç kadenede gerçekleşir.
Glikoliz evresi
Kerbs devri
Oksidatif fosforilasyon evresi (ETS)

a. Glikoliz Evresi
Tıpkı oksijensiz solunumda olduğu gibidir. (yukarıda anlatılmıştı)

b. Kebs Devri
Glikoliz sonucu oluşan ürün pirüvattır. Ortamda oksijen bulunması durumunda pirüvatlar mitokondriye geçerler. Her bir pirüvat molekülünden 1 mol CO2 ve 2H ayrılır. 2C'lu 1 molekül aktif asetik asit oluşur. Bu olay mitokondri zarındaki enzimlerle gerçekleşir.
Krebs devrini başlatan ilk molekül aktif asetik asit olup, 4C'lu bir molekülle birleşerek 6C'lu sitrik asiti oluşturur. Bu reaksiyonun başlaması ortamda oksijen bulunmasına bağlıdır.
krebs devrinde gerçekleşen reaksiyonlar aşağıda özetlenmiştir.
İki karbonlu aktif asetik asit, dört karbonlu bir molekülle birleşerek altı karbonlu sitrik asiti oluşturur.
Sitrik asit beş karbonlu bir bileşiğe dönüşürken bir molekül karbondioksit açığa çıkar.
Beş karbonlu bileşikten bir molekül daha karbondioksit ayrılır ve dört karbonlu bileşik oluşur.
En son oluşan dört karbonlu molekül bir kaç defa ortama H+ verdikten sonra tekrar başlangıçtaki dört karbonlu bileşiğe dönüşür.

Krebs devri reaksiyonları sonucunda iki molekül asetik asitten 8NADH2, 2FADH2, 4CO2 ve 2ATP üretilir. Yine mitokondriye geçiş esnasında ise 2NADH2 ve 2CO2üretilir.

c. Oksidatif Fosforilasyon (ETS Olayları)
Oksijenli solunumun Glikoliz ve Krebs devrinde hazırlanan NADH2, FADH2'deki H atomlarına ait elektronlar ETS'den (elektron taşıma sistemi) geçtikten sonra O2 ile birleşir. Bu sırada ATP üretilir ve sonuçta H2O molekülleri oluşur. Bu devreye hidrojen yolu reaksiyonları denir. En çok enerji (ATP) hidrojen yolunda üretilir.
Solunumda oluşan son ürünler: CO2, H2O ve ATP'dir. Ancak proteinler solunumda kullanılmışsa; NH3, üre, ürik asit, H2S gibi farklı ürünlerde oluşabilir.

Elektron Taşıma Sistemi (ETS)
Bir hidrojen atomu bir proton (H+) ve bir elektrondan meydana gelmektedir. Hidrojen taşınmasının bazı basamaklarında her hidrojen atomunun proton ve elektronu birlikte taşınır. Fakat bazı basamaklarda proton ve elektron birbirinden ayrılır. Protonlar çözelti içinde kalırken, elektronlar bir taşıyıcıdan başka bir taşıyıcıya aktarılır.
Enerjinin açığa çıkması bu elektronların aktarılması sırasında gerçekleşir. En son kademede elektron oksijen atomuna taşınır, orada protonlarla birleşerek hidrojen atomunu oluşturmakta sonuçta su meydana gelmektedir.
Elektronların oksijene taşınması sırasında solunum zincirini oluşturan enzimler görev yapar. Bu enzimlerin her birinin elektronu tutan bir bölgesi vardır. Bu aktif bölge protonla birlikte veya tek başına gelen elektronu bir önceki taşıyıcıdan alarak, bir sonraki taşıyıcının aktif bölgesine aktarır.
Bu aktarma sırasında elektronların ortama yaydığı (bıraktığı) enerjiyle ADP molekülüne ortamda bulunan fosfork asit (P) bağlanarak ATP üretlir.NADH2 üzerinden ETS'ye giren 2 elektronun oksijene taşınması sırasında 3 ATP üretilir. (Eğer 2 elekron FADH2 üzerinden ETS'ye katlırsa üretilen enerji miktarı 2ATP'dir.)
Burada ATP sentezi oksitlenme (yükseltgenme) ve redüklenme (indirgenme) reaksiyonlarıyla sağlandığı için bu devreye ve ATP üretim şekline oksidatif fosforilasyon denir.
Ancak elektronun her aktarılışında ATP oluşmaz. bunun için ortama verilen enerjinin belli bir değeri (7300 cal) aşması gerekir.
Bir glikoz molekülünün bağları arasındaki enerjinin ancak yaklaşık % 40'ı ATP sentezinde kullanılır. Geriye kalan enerjinin çok az bir kısmı ısı olarak yayılırken, henüz %60'ı oksijenli solunumumun son ürünleri olan su ve karbondioksit moleküllerinin bağları arasıdadır.

{ÖNEMLİ NOT: Bazı araştırılmadan ve düşünülmeden yazılmış kaynaklarda (haftalık ÖSS hazırlık dergileri ve dersane kitapları) glikoz molekülünde bulunan enerjinin %40'ı ATP sentezinde kullanılırken %60'ı ısı olarak yayılır denilmektedir. Böyle bir şeyin olması mümkün değildir. O kadar enerjinin ısıya dönüşmesi canlının kömürleşmesine neden olur. Doğrusu bir önceki paragrafta açıklanmıştır }
 

Oksijenli Solunumda Enerjinin Hesaplanması:
Glikoliz reaksiyonlarında 4 ATP (enzim-substrat düzeyinde)
Krebs devrinde 2 ATP (enzim-subsrat düzeyinde)
ETS de 34 ATP (oksidatif fosforilasyonla)
Toplam: 40 ATP
Glikolizde harcanan 2 ATP (aktifleşme enerjisi olarak)
Net Kazanç: 38 ATP


Oksijenli Solunumun Fermantasyondan Farkları

Glikoz + 6O2 ------------> 6CO2 + 6H2O + 38ATP
O2 kullanılır

İnorganik yapıda (CO2 ve H2O) son ürünler oluşur.
40 ATP üretilir (toplam)

Mitokondri görev yapar.

Canlıların çoğunda gerçekleşir.

ETS enzimleri görev yapar.

Krebs devri vardır.



 
Fermantasyonun Oksijenli Solunumdan Farkları

Glikoz --------> 2CO2 + 2 Etil Alkol + 2ATP (veya Glikoz --------> 2 Laktik asit + 2ATP)
O2 kullanılmaz
Etil alkol, Laktik asit ve Asetik asit gibi organik ürünler oluşur.
4 ATP üretilir (toplam)
Tamamı stoplazmada gerçekleşir.
O2'siz solunum yapan az sayıda canlıda ve O2 bulunmadığı veya yetersiz olduğu durumlarda kas hücrelerinde görülür.

Fermantasyon ve Oksijenli Solunumun Ortak Yönleri

CO2 oluşumu olabilir.
ATP oluşur ve ATP harcanır.
Glikoz kullanılır.
Enzimler görev yapar.
Glikoliz gerçekleşir.
  {ÖNEMLİ NOT: Bazı araştırılmadan ve düşünülmeden yazılmış kaynaklarda (haftalık ÖSS hazırlık dergileri ve dersane kitapları) glikoz molekülünde bulunan enerjinin %40'ı ATP sentezinde kullanılırken %60'ı ısı olarak yayılır denilmektedir. Böyle bir şeyin olması mümkün değildir. O kadar enerjinin ısıya dönüşmesi canlının kömürleşmesine neden olur. Doğrusu bir önceki paragrafta açıklanmıştır }

Oksijenli Solunumda Enerjinin Hesaplanması:
Glikoliz reaksiyonlarında 4 ATP (enzim-substrat düzeyinde)
Krebs devrinde 2 ATP (enzim-subsrat düzeyinde)
ETS de 34 ATP (oksidatif fosforilasyonla)
Toplam: 40 ATP
Glikolizde harcanan 2 ATP (aktifleşme enerjisi olarak)
Net Kazanç: 38 ATP

Oksijenli Solunumun Fermantasyondan Farkları

Glikoz + 6O2 ------------> 6CO2 + 6H2O + 38ATP
O2 kullanılır
İnorganik yapıda (CO2 ve H2O) son ürünler oluşur.
40 ATP üretilir (toplam)
Mitokondri görev yapar.
Canlıların çoğunda gerçekleşir.
ETS enzimleri görev yapar.
Krebs devri vardır.
       

 

                                              alıntıdır.




0 Yorum - Yorum Yaz
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi9
Bugün Toplam103
Toplam Ziyaret1816002
Saat
Takvim
Hava Durumu